Perşembe, Nisan 17%100 tarafsız habercilik

Vakanüvis yazdı: Bizden ve Avrupa’dan itlaf hikayeleri

Bu haber 4.874 kere okundu.

Gerek sahipli saldırgan köpekler, gerekse başıboş sokak köpekleri üzerinden nur topu gibi bir tartışma konumuz var.

“Milli sporumuz” ifrat ve tefrit ise bu tartışmada da geçerli.

Bir kesim, “Madem hükümet istiyor, o halde karşı çıkalım” modunda. Diğer taraf ise kurallı, kontrollü hayvan beslemeye bile karşı; adeta “fırsat bu fırsat” deyip, neredeyse köpek itlâf çağrıları yapacak.

İtlâfın gayriinsaniliğini ise tartışmaya bile gerek yok. Zira maalesef bizde de, Avrupa’da da berbat hayvan katliamı hikâyeleri var…

HAYVANLAR ALLAH’IN BİR EMANETİ

İslam toplumlarında evcil hayvanlar, asırlar boyunca rahat etmişlerdi. Müslüman memleketlerin ekosisteminde gerek kediler, gerekse köpekler kendilerine yer bulabiliyordu.

Kur’an ve Sünnet ışığında şekillenen Müslüman inancına göre, Yüce Allah tarafından yaratılan kainat, insanın istifadesine sunulmuştu. İnsan da bu nimete karşılık; canlı-cansız bütün varlıklarla dengeli, makul, merhametli bir ilişki kurmak durumundaydı.

Bu ilişkinin içinde evcil hayvanlar da bulunuyor ve bu varlıklar Müslüman toplumun olmazsa olmazları arasında yer alıyor, şehrin, kasabanın, köyün sakinleri oluyorlardı. Evlerde kediler ile evlerin bahçeleri ve mahallelerdeki köpekler, o çevredeki insanlara emanetti.

Toplum onlara şefkatle bakar, onlar da başta kemirgenler olmak üzere zararlı hayvanlarla mücadeleye katkı sağlar, özellikle de köpekler, çevredeki insanları yabancı, tekinsiz kişilerden korurlardı. Bu yaklaşım Osmanlı toplumunda da geçerliydi.

FRANSA, DENEYLER İÇİN İTTİHAT VE TERAKKİ’DEN KÖPEK İSTEMİŞTİ

Osmanlı saraylarında kedi de, köpek de bulunuyordu. Ayrıca padişahların sürek avları için av köşklerinde köpek bakılırdı.

Sultan II. Abdulhamid de tam bir kedi ve köpek dostuydu. Sultanın iktidarının son dönemlerinde, köpekler Avrupa’da dövüş ve kuduz gibi nedenlerle insanlık dışı muamelelere maruz kalıyordu.

Bu durumdan haberdar olan Abdülhamid, kuduz aşısı çalışmalarını sürdüren ünlü bilim adamı Louis Pasteur’e 10 bin franklık bağışta bulunmuştu. Bu dönemde Fransa’da, başta parfüm ve kimya sektörü olmak üzere değişik sahalardaki deneylerde köpeklere ihtiyaç duyuluyordu.

Ellerinde yeterince köpek kalmayan Fransızlar, Türkiye’deki köpeklerin toplanıp kendilerine satılmasını istemişler ancak II. Abdülhamid bu teklifi kabul etmemişti. Ancak kısa bir süre sonra padişahın tahttan indirilmesiyle iş başına gelen İttihat ve Terakki yönetimi ise teklifi hemen kabul etmişti.

HALK “GÜNAHTIR” DEYİP, KÖPEK TOPLAMAK İSTEYEN BELEDİYEYE DİRENDİ

Avrupa’da parfüm / kimya sanayii için köpek katlimanın giderek arttığı o günlerde, Haziran 1910’da Fransızların, “İstanbul’un sokak köpeklerini toplayıp bize satın.” teklifine olumlu cevap veren İTC, Fransa ile bir anlaşma imzalamıştı. Ancak halk köpekleri vermeyerek belediye görevlilerine direnmişti.

Vatandaşlar, “Günahtır, başımıza felaketler gelir” diyordu. Belediye, halktan umduğu desteği bulamayınca işi bu defa paraya muhtaç olan insanlara, serserilere havale edecekti.

O günlerde yine de bir miktar köpek toplanmış, bunlar gemiyle Fransa’ya gönderilmek üzere Tophane’ye getirildiğinde ise halk isyan ederek, bekletilen köpekleri bir baskınla kurtarmıştı.

BİNLERCE KÖPEK İTTİHAT TERAKKİ’NİN ELİNDE KALDI

Ancak hükümet Fransa’yla yapılan anlaşmaya bağlı kalmakta kararlıydı. Daha kapsamlı, daha organize bir yöntemle toplama işine yeniden başlandı.

İstanbul ve civarında kısa sürede 80 bine yakın köpek toplanmıştı. Hükümet, geçen defaki gibi bir baskınla karşılaşmamak için köpek barınaklarının önlerine askerleri nöbetçi koydu.

Ne var ki, Fransa’dan beklenen “gönderin” talimatı bir türlü gelmiyordu. Tophane rıhtımındaki binlerce köpek, giderek bir şehir sorunu haline dönüşmüştü.

Köpeklerin beslenme ve bakımları idareye ciddi bir yük getirmeye başlamıştı. Bekleme sürerken hükümet önce köpeklerin fiyatını indirdi, sonra da bedavaya vermeye bile razı oldu ama Fransızlar nihai cevabı bir türlü açıklamıyorlardı.

SİVRİ ADA’NIN ADI NASIL “HAYIRSIZ ADA” OLDU?

İttihat Terakki yönetimi, büyük bir sorunla karşı karşıya kalmıştı. Köpekler için yer arayan belediye, Adalar içinde nispeten şehre uzak olan Sivri Ada’yı seçti. Büyük bir uğraşı ve masrafla 80 bin köpek Sivri Ada’ya nakledildi. Köpeklere burada bir süre daha bakıldı ancak kısa bir süre sonra Fransa anlaşmayı feshettiğini bildirdi.

Hükümet ve belediye akıl almaz bir sorumsuzlukla binlerce köpeği kaderine terk etti. Vatandaşlar bir süre adaya yiyecek taşıdı ama köpek sayısı o kadar fazlaydı ki kamu otoritesiyle organize olunmamış bir operasyon olarak bu çabalar da sonuçsuz kaldı.

Köpekler açlık ve susuzluktan günde günde can veriyorlardı. Hayvanların çığlıkları Anadolu yakası sahillerindeki birçok semtten duyulabiliyordu. Köpekler açlıktan dolayı birbirlerini yemeye de başlayınca, dayanılması güç feryatlar daha da artmıştı.

Bir süre sonra Sivri Ada’dan hayvan leşi kokusu yayılmaya başladı. Bu koku karşı kıyıdaki semtlerde aylarca hissedilmişti.

Halk, binlerce köpeğe yapılan bu zulmün başlarına bir felaket getireceği korkusunu yaşıyordu. Çok geçmeden, 1912 Depremi yaşandı, ardından Birinci Dünya Savaşı, onu takiben de Balkan Savaşları başladı. Bu bölge ve Arabistan cephelerinde büyük kayıplar yaşandı.

İstanbul halkı, bütün bu olayları “köpeklerin ahına” bağlayacak ve Sivri Ada’yı artık “Hayırsız Ada” olarak adlandıracaktı. Halen resmi kayıtlarda o adanın adı “Sivri Ada” olsa da günümüzde bile orası “Hayırsız Ada” olarak bilinmekte.

İNGİLTERE’DEKİ BÜYÜK KEDİ VE KÖPEK KATLİAMI

Tarihteki büyük hayvan katliamlarından birisi de İngiltere’de görülmüştü. İkinci Dünya Savaşı başlar başlamaz, daha savaşın ilk haftasında, Eylül 1939’da İngilizler başta Londra olmak üzere kedi ve köpek katletmeye başlamışlardı.

Eylül ayının ilk günlerinde Londra’daki evcil hayvanların yaklaşık yüzde 26’sına denk gelen 400 binden fazla köpek ve kedi öldürülmüştü. Bu vicdansızca sergilenen kitlesel eylemin “gerekçesi” ise savaş şartlarında kedi ve köpeklerin halkın yiyeceğine ortak olmaması düşüncesiydi.

Hilde Kean, “Büyük Kedi ve Köpek Katliamı” adını verdiği kitapta çarpıcı detaylarla bu inanılmaz katliamı anlatmıştı. Olay, “kendiliğinden” gelişmiş gibi görünse de aslında basının da desteğiyle halk böylesi kanlı bir eyleme yönlendirilmişti.

Daha savaşa gidilen günlerde Times of London’da, I. Dünya Savaşı’nda kedilerin, bazı insanlardan daha iyi muamele gördüğünden bahsedilerek, ufukta görünen yeni savaşta bu defa aynı hatanın yapılmamasını telkin eden bir yazı çıkmıştı. Yazıda, “O yıllarda tüm kediler şık, bakımlı ve çoğu da şişmandı” deniliyordu.

Hükümet, savaşın başlarında, çiftlik hayvanları ve ekonomik çıkarı olduğu düşünülen diğer hayvanlar için özel hükümler getirmek için harekete geçti. Düzenleme, hayvanlar için erzak ayrılmasını hükme bağlıyordu. Ancak yasa son halini alırken kedi ve köpeklerle ilgili maddelere metinde yer verilmedi.

Devletin bu eylemsizliği, bir süre sonra yaşanacak kedi köpek kırımının kolayca gerçekleşmesini sağlamıştı. Bir veteriner, Eastern Daily Press’te kedi köpek katliamını konu alan yazısında, “İnsanların evcil hayvanlarını sebepsiz yere katletmeleri korkunç bir şey.” diye yazmıştı.

İNGİLTERE KATLİAMI UNUTTURMAYA ÇALIŞIYOR

Evcil hayvan katliamı, İngiliz tarihinden neredeyse tamamen silinmek istendi. Yazar Hilde Kean, 2017’de yayınlanan kitabını hazırlarken, Royal Society for the Prevention of Cruelty to Animals (RSPCA) arşivlerine başvurduğunda, kendisine e-posta yoluyla gönderilen cevapta, “Kayıtlarımızda o zamana ait hiçbir kanıt yok.” cevabı verilmişti. Oysa aynı kurumun dergisi Animal world2ün Ekim 1939 sayısında, “Savaşın ilk haftasında hayvanları yok etme işi gece gündüz devam etti.” satırlarına yer verilmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir